KENTSEL DİRENÇLİLİK ÜZERİNE KISA NOTLAR
“Kentler, günümüzde ekolojik risklerin yanı sıra birçok farklı türde risk ve krizle karşı karşıyadır.”
Sylvia Croese
Son dönem hem akademik yazında hem gündelik hayatta sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram kentsel dirençlilik. Dirençlilik kavramının farklı alanlar için kullanımı çok daha eskiye dayanırken kentler için kullanılmaya başlaması daha geç bir döneme tekabül ediyor. Kavramın teknik alandan ekoloji alanına geçişi aynı zamanda kentler için kullanılmaya başlamasının da temelini oluşturuyor.
Literatürde Holling tarafından 1973 yılında “bozulmadan önce kendisini oluşturan elementler arası ilişkiyi kaybetmeksizin bozulma ve değişimi karşılama kabiliyeti” olarak dirençlilik kavramının kullanılmasını izleyen dönemlerde kentlerin dirençliliğine ilişkin çalışmaların da âfetler ve iklim değişikliği üzerine yoğunlaşmasını beraberinde getirmiştir (Ersavaş Kavanoz, 2020). Bununla birlikte kentlerin dirençliliği dediğimizde, kentlerin âfet ve iklim değişikliğine dirençliliğinden çok daha fazlasından söz etmemiz gerekiyor. Kentler, günümüzde ekolojik risklerin yanı sıra birçok farklı türde risk ve krizle karşı karşıyadır. Artan kentleşmenin yarattığı kaynakların aşırı tüketiminin yanı sıra göç, yetersiz altyapı, düzensiz planlama ve verimsiz hizmetler, sanayisizleşme, terör saldırıları, yoksulluk vd. (Croase vd. 2020) de kentlerde yeni riskleri beraberinde getiriyor. Kavramın “güvenlik” alanı ile ilişkili olarak kullanılması, farklı türde risklere örnek olarak düşünülebilir. Bu nedenle kavramın farklı çalışmalarda farklı boyutlarına vurgunun gerçekleştiğini görüyoruz. Aynı zamanda bunun temel sebeplerinden biri, kentsel dirençliliğin ne anlama geldiği konusunda uzlaşının söz konusu olmamasıdır.
Dirençlilik kavramının fizik, psikoloji, yönetim alanlarında kullanımına baktığımızda temel olarak “değişimle”, “bozulma” ile başa çıkma kabiliyeti üzerine bir anlatım görüyoruz. Dolayısıyla bu hâli ile kullanımı “iyileşme”, “eski hâline dönme” üzerinde yoğunlaşıyor. Kentler ile ilişkili bir biçimde sosyoekolojik sistemde ise ânî ve kademeli değişim süreçleri arasında birçok dinamik olduğu, “uyum ve dönüşüm” kapasitesinin direncin merkezinde olduğu ısrarı vardır (Folke vd., 2010: 1). Bu bağlamda sosyoekolojik yaklaşımda kentsel direnç, iyileşme, koruma ve yeniden toparlanmanın yerine yenilenme, dönüşüm ve yeniden örgütlenme gibi farklı boyutlardaki farklı özelliklere odaklanır (Chelleri, 2012: 294). Direnç, kısa dönemde risk ile başa çıkma kabiliyeti, uzun dönemde ise yeni duruma uyum sağlama süreci olarak tanımlandığında, kentsel direnç bağlamında toplumun, kent halkının kısa dönemde etkileri absorbe edebilmesi ve kendini örgütlemesi ve uzun vadede öğrenme kapasitesini artırması (Sharifi ve Yamagata, 2014: 1492) gerekmektedir. Kent bakımından direnç, genel anlamda, uyum sağlamak ve kent sistemindeki değişikliklere cevap vermeyi ifâde eder (Desouza ve Flanery, 2013: 89). Bu bağlamda kentsel dirençliliği genel olarak kentlerin riskleri ve değişimi kaçınılmaz olarak kabul etmesi ve kurumların, yapılı çevrenin ve toplulukların bunlarla başa çıkma ve uyum sağlama becerilerini geliştirmeye odaklanması (Meerow, Newell ve Stults 2016) şeklinde tanımlamak mümkündür. Dolayısıyla, uyum, değişim, dönüşüm içeriğini de kavram barındırmış oluyor. Kentler ile ilişkili olarak dirençlilik kavramının kullanımında karışıklık söz konusu olmaması için üzerinde durulması gereken birkaç nokta söz konusudur. Dirençlilik ile birlikte ve benzer anlama gelecek şekilde kullanılan bir kavram olarak “dayanıklılık” karşımıza çıkmaktadır. Dayanıklılık düşüncesi, belirli tehditlerin yönetiminden uzaklaşarak sistemin belirsizlikle başa çıkma yöntemlerini artırmaya yönelmektedir. Bilinmeyen risklere hazırlığın güç olması hükûmetleri, tehditlerden bağımsız olarak toplumun kritik işlevlerini sürdürmesine yönelik bir anlayışa götürmektedir. Sosyoekolojik dirençlilik ise, toplumun risk ve karmaşıklık karşısında değişim ve belirsizlikle ilişki kurabilmesi ve bunlara uyum sağlayabilmesi için birçok farklı yapıyı güçlendirmekle ilgilidir. Dirençlilik söyleminde aktif vatandaşlığın teşvik edilmesi söz konudur. Bu nedenle dayanıklılık kavramı âfet ile ilişkisi bağlamında sıklıkla kullanılırken, direnç kavramının politik bir içeriğe sahip olduğu ifâde edilmektedir (Dujnhoven ve Neef, 2016: 99). Bir diğer kavramın kullanımına ilişkin üzerinde durulması gereken nokta, kentlerdeki dirençlilik anlaşılmak istendiğinde bireylerin ve toplumsal grupların dirençliliğine dâir çıkarımlara ihtiyacımız varken, kentlerin dirençliliğinden bahsettiğimizde kentlerin büyümesi ve uzun ömürlü olmasına dâir adımlardan bahsediyor (Harrison vd., 2014) oluşumuzdur. Yine kavramın kent ile ilişkili biçimde kullanımında, sosyoekolojik sistemi içerecek şekilde k genişlemesi farklı bir şekilde tanımlamaya gidilebilmesine neden olmuştur. Dirençli kent kavramı, sık sık yalnızca fonksiyonların ve yapının devam ettirilme kapasitesini anlatırken, kentsel dirençlilik kavramı ise direnç (sistemin devamlılığı), değişim (sistemin artan değişimi) ve dönüşüm (sistemin yeniden yapılandırılması) bakışını içermektedir (Chelleri, 2012: 297).
Kentsel dirençlilik literatürü başlangıçta, çevresel riskler ve güvenlik açıkları üzerinde daha çok durmuştur (Harrison vd., 2014). Dirençlilik göstergeleri ağırlıklı olarak âfet ve risk azaltma literatürü ile ilişkili biçimde kullanılırken zamanla siyâsî, toplumsal, ekonomik boyutlar ile ilişkili biçimde kapsamı genişlemiştir. 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Hedef 1.5, 2030 yılına kadar “yoksulların ve savunmasız durumda olanların direncini artırmayı ve iklimle ilgili aşırı olaylara ve diğer ekonomik, sosyal ve çevresel şoklara ve felâketlere mâruz kalmalarını ve savunmasızlıklarını azaltmayı, Hedef 9.1 dirençli altyapı inşâ etmeyi, Hedef 11 “kentleri ve insan yerleşimlerini kapsayıcı, güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir hâle getirmeyi” ve Hedef 13.1 “iklimle ilgili tehlikelere ve doğal âfetlere karşı direnci ve uyum sağlama kapasitesini güçlendirmeyi” amaçlamaktadır. Aynı zamanda kentsel dirençliliğe yönelik karmaşık sistem yaklaşımına göre, sürdürülebilir kalkınma hedefleri –örneğin yoksulluğun, açlığın ve sağlık sonuçlarının iyileştirilmesi– bağımsız olarak veya daha spesifik amaç ve hedeflerle etkileşimleri yoluyla kentsel dirençliliği artırmaktadır (Patel ve Nosal, 2016).
Ekolojik direnç kavramının uluslararası politikalar için de resmî olarak içerilmesi 2005 yılında AB’nin “Resilience and Sustainable Development: Building Adaptive Capacity in A World of Transformations” belgesinde bölgesel sistemlerin kalkınması ile ilişkili olarak ilk kez kullanılmıştır (Colucci, 2012:102). Dirençlilik kavramını, kentlerin gündemlerini almalarına yönelik AB Kentsel Gündem, BM HABITAT III, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, UNFCCC Paris Anlaşması ve Afet Riskini Azaltma için Sendai Çerçevesi gibi birçok uluslararası anlaşma gerçekleştirilmiş ve birçok uluslararası kuruluş ICLEI ve C40 gibi bölgesel ve küresel kent ağları, üyelerini dirençlilik oluşturmaları yönünde teşvik etmeyi politika öncelikleri olarak belirlemiştir (Wardekker, 2018). 2013’te Rockefeller Kardeşler Fonu dünyada insanlığın refahını destekleme misyonunun bir parçası olarak dirençli kent odaklı yeni bir program başlatmıştır. 100 Dirençli Kent Programı, 21. yüzyılda etkileri artan ekonomik, toplumsal ve fiziksel tehditlere karşı dünya çevresinde kentlerin daha dirençli olmasına yardım etmeye ayrılmıştır.
Uluslararası sözleşmelerde kavramın hedefler olarak içerilmesi ve sıklıkla sürdürülebilirlik ve Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi amaçları ile birlikte kullanılması kavrama ilgiyi artırmıştır. Bu bağlamda birçok kent ve ülke yönetimi kentleri dirençli kılmaya yönelik politikaları öncelikleri hâline getirme çabası içine girmiştir. Bunun karşılığı olarak akademik yazında da kentlerin dirençliliğini ölçmeye yönelik indeksler geliştirilmeye başlanmıştır. Dirençlilik kavramına dâir farklı tanımlamalar ve yine dirençliliğin ölçülmesine dâir bazı göstergeler belirlense dahi üzerinde uzlaşıya varılmış tek bir şema söz konusu değildir. Kentlerin dirençliliği söz konusu olduğunda her bir kentin sosyoekonomik yapısı ve kendine özgü farklılıklarından kaynaklı farklı dirençlilik türlerinin öne çıkması mümkündür. Bu nedenle söz konusu indekslerin tüm kentler için geçerli sonucu verebilmesi mümkün değildir. Kent yönetimleri ve yöneticilerinin, kentlerine özgü öncelikleri göz önüne alarak dirençlilik içeriğine yaklaşmaları kentleri dirençli kılmaları daha somut çözümler ortaya çıkaracaktır.
Dirençli kent sistemlerinin dört ana yeteneği hazırlık/planlama, öğrenme, iyileşme ve uyum olarak değerlendirilmektedir. Dirençlilik kavramının riskle karşılaşmadan önce dayanıklılık, riskle karşılaşıldığında değişim, dönüşüm ve risk sonrası iyileşme, normale dönme, yeni duruma uyum içeriği özellikle âfet çalışmalarında kavramı öne çıkarmıştır. Kentsel direnç, insan toplulukları ve fiziksel sistemlerin sürdürülebilir ağı olarak tanımlandığında risk azaltma literatürüne bakmak gerekmektedir. Fiziksel sistemler, kentin doğal çevresi ve yapılı çevresinden inşâ edilmiş yollar, binalar, altyapı, enerji tesisleri, su yolları, topraklar vd. doğal sistemlerden oluşmaktadır. Âfetler süresince fiziksel sistemlerin hayatta kalması ve aşırı gerilme altında fonksiyonlarını sürdürebilmesi gerekmektedir. Fiziksel yapının dirençli olmadığı sürece kentler âfetlere karşı aşırı kırılgan olacaktır (Godschalk, 2003: 137). Âfet yönetimi alanında direnç kavramının kullanılmasındaki artışın en önemli nedenlerinden biri direnç kavramının söz konusu alanda birçok farklı öğeyi içinde barındıracak şekilde kullanılmasıdır. Âfet meydana geldiğinde kayıpları ve zararı en aza indirme, bozulmadan sistemin ne kadar çabuk iyileştiğinin ölçüsü olarak direnç kavramı ön plana çıkmaktadır. Âfet dirençliliğini sadece fiziksel yapıların dayanıklılığı olarak değil, toplumsal yapının dirençliliğini artıracak içerikte düşünmek gerekiyor. Toplumsal dirençlilik, bir topluluğun önemli bir karışıklık olmaksızın dış şoklara ve streslere dayanma yeteneğidir (Adger, 2000). Toplumun dirençliliğinin artırılmasına yönelik uluslararası alandaki vurgu ile birlikte toplumsal âfet dirençliliği, tehlikeye hazırlık ve âfet riskinin azaltılmasının önemli adımlarından biri hâline gelmiştir.
Kentler, karmaşık sistemlerdir. Bu nedenle dirençliliği daha önce değindiğimiz gibi birçok farklı boyutla ilişkili olarak düşünmek önemlidir. Kentlerin, fiziksel, toplumsal, ekonomik sistemlerinin dirençlilik için taşıması gereken özellikler, öğelerin, sistemlerin ve diğer analiz birimlerinin bozulma veya işlev kaybı yaşamadan belirli bir stres, risk veya talep düzeyine dayanma gücü ve yeteneğini anlatan sağlamlık (robustness); ikame edilebilirlik anlamına gelen bozulma veya işlev kaybı durumunda işlevsel gereksinimleri karşılayabilen öğelerin, sistemlerin veya diğer analiz birimlerinin ne ölçüde var olduğu ile ilgili olan yedeklilik (redundancy); sorunları tanımlamak ve kaynakları harekete geçirmek için yaratıcı bir yaklaşım kapasitesine sahip olmak anlamına gelen beceriklilik (resourcefulness); kayıpları kontrol altına almak ve gelecekteki aksaklıklardan kaçınmak için öncelikleri karşılama ve hedeflere ulaşma kapasitesini içeren hız (rapidity)dır (Breneau vd. 2003: 735).
Kentlerin dirençliliği için bir başka üzerinde durulması gereken konu aktörler arası iş birliği ve koordinasyonun önemidir. Kent yönetimlerinin hareket alanının merkezî yönetimin politikaları ve yasal düzenlemeler ile özel sektörün müdâhaleleri çerçevesinde sınırlandırılma olasılığı söz konusudur. Dirençli bir kent yaratma politikaları aktörler arası iletişim ve iş birliği çerçevesinde kent yönetimleri odağında geliştirilmesi gereken bir çerçeveye sahipken uygulamada kent yönetimlerinin sınırlı hareket alanına sahip olduğu sistemlerde çözüme yaklaşmak ve sorumluluk paylaşımı sorun alanı oluşturabilecektir. İmar ve planlama yetkilerini sınırlayan yasal düzenlemeler kentsel mekânın merkezî yönetimlerin müdâhaleleri ile şekillenmesine neden olmaktadır. Yine özel sektör kentsel mekânda, kolektif hizmetlerin sunumu da dâhil olmak üzere, hizmet sağlayıcı olarak önemli bir rol oynar. Özel sektör hem hizmet sağlayıcı hem de mekânın üretiminde yoğun bir şekilde yer almasına, risk ve kırılganlık azaltma politikalarında neredeyse hiç rol almaya talepkâr olmamasına rağmen yine risk sonrası yeniden yapılanma sürecinde devlet ve kalkınma bankaları üzerindeki baskıyı oluşturan sektördür (Pelling, 2003: 87). Kentlerin dirençliliğini artırmak için atılacak adımlarda tüm aktörlerin ve sektörlerin üzerine düşen sorumlulukların farkında olmaları ve toplumsal yapının sürdürülebilirliğine odaklanılması öncelik arz etmektedir. Kentsel direnç geliştirilmesine yönelik alanların politika alanının başarısı ya da başarısızlıkları ile birlikte değerlendirilmesi uygulamada da birtakım sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle, kararların alınmasında siyâsî önceliklerden ziyâde toplumun önceliklerine dikkate eden kurumsal bir çerçeve sağlanması önemlidir.