Hülya Koçyiğit
70’li yılların ikinci yarısını ve 80’li yılları daha seçici ve düşük yoğunlukla geçiren Koçyiğit; kariyerinin en olgun döneminde, Şerif Gören ile üst üste filmler çevirerek, başarıyla tatbik ettiği yönetmen-oyuncu iş birliğinin nadide bir örneğine daha imza attı. Derman, Firar, Kurbağalar gibi filmlerle Yeşilçam kodlarından uzaklaşıp toplumsal gerçekçi işler yapma konusunda ısrarcı oldu ve bu uğurda birçok filmi reddetti. Kendi sesiyle film yapma konusunda da ısrar eden ilk oyunculardan biri olan Koçyiğit; Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Lütfi Ömer Akad, Ertem Eğilmez, Şerif Gören, Orhan Aksoy gibi birçok büyük yönetmenle çalıştı. Koçyiğit’in tırnaklarıyla inşa ettiği sinemasal mirası, bugün bile insanların zihinlerinde ışıklar yakmaya, esin kaynağı ve referans noktası
olmaya devam ediyor. Yurt dışında en çok ödül alan oyunculardan biri olan, Selim Soydan’la birlikte Gülşah Film’i kurarak yapımcılık da yapan ve 200’e yakın filmde yer alan Hülya Koçyiğit olmadan belki bir Yeşilçam yine olurdu ama her şey biraz eksik kalırdı.
Toplumumuzun kolektif hafızasında yer edinen, taraflı tarafsız herkesin üstünde derin etkiler bırakan Dört Yapraklı Yonca’nın, hepsi de 1940’lı yıllarda doğmuş üyelerinin en genci Hülya Koçyiğit; Berlin’de en iyi film seçilerek sinemamızın ilk uluslararası ödülünü getiren Susuz Yaz’da (1963) ilk kez kamera önüne geçtiğinde 16 yaşındaydı. “Meslek hayatında yakaladığın en önemli şans nedir diye sorsalar, sanırım cevabım Metin Erksan’ın beni Susuz Yaz filmi için seçmesi olurdu” diyerek, son filmi Sensiz Yaşayamam’da (1977) da rol aldığı büyük ustaya şükranlarını sunan Koçyiğit, o dönemlerde yüzlerce insana sunulan şansı öyle maharetle kullandı ki, sinema tarihimizi onu anmadan anlatmak artık mümkün değil.
Hülya Koçyiğit’i tanımlamak kolay olmasa da kendisini en iyi ifade eden kelime “çok yönlülük” olacaktır. 1960’lı yıllarda, kimi zaman Vurun Kahpeye (1964), Keşanlı Ali Destanı (1964), Dudaktan Kalbe (1965), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1967) gibi gözde edebiyat uyarlamalarının aranılan ismi, kimi zaman Affetmeyen, Siyahlı, Kıskanç, Damgalı, Hırçın sıfatlarını alan bir “Kadın” ya da sonradan yolu Roma’lara, Paris’lere düşen taşralı kız Kezban oldu. 70’li yıllarda yolu Lütfi Ömer Akad ile kesişip Meryem, Zelha ve Hacer olduğunda ise kendisi için de sinemamız için de hiçbir şey eskisi gibi olmadı; Göç Üçlemesi, toplumsal gerçekçi sinemamız için bir dönüm noktasıydı ve merkezinde bütün kudretiyle Hülya Koçyiğit duruyordu.