Eklenme tarihi 8 Aralık 2021
ABONE OLTÜRK HUKUK TARİHİ MERCEK ALTINDA
Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın ve Dr. Coşkun Yılmaz, Esenler Belediyesi yayın organı Şehir Ekranı TV’de ‘Divanhâne’ adlı programla Türk hukuk tarihini masaya yatırıyor. Her pazartesi meraklılarıyla buluşan programda bu hafta Müslüman Türklerin hukuk anlayışı ve İslam hukuku ele alındı.
Esenler Belediyesi yayın organı Şehir Ekranı TV’de izleyiciyle buluşan ‘Divanhâne’de bu hafta Müslüman Türklerin hukuk anlayışı mercek altına alındı. Her bölümde farklı bir konunun ele alındığı programda tarihçi-yazar Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın ile İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Coşkun Yılmaz, bilinmeyenlere ışık tuttu. Otağ-ı Hümayun’un tarihi atmosferinde gerçekleşen program, yeni bölümleriyle tarih meraklılarıyla buluşmaya devam edecek.
İSLAM HUKUKU SİYASİ YAPIDAN BAĞIMSIZDIR
Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, Peygamber Efendimiz (SAV)’den sonraki dört halife döneminde, onu takip eden Emeviler’de ve Abbasilerin başlangıç döneminde İslam hukukunun kurallar kısmının büyük ölçüde ortaya konduğunu belirterek “İslam hukukunu asli kaynaklarından yorumlamışlardır. Bu yorumlar daha sonraki dönemlerde meydana gelen ihtiyaçlar doğrultusunda devam etmiştir. Sosyal hayatta değişimler de yaşanınca hukuk buna cevap vermiştir. Dolayısıyla sadece Türk devletlerinde değil bütün Müslüman devletlerde benzer bir yaklaşımı görüyoruz. Onlar Emeviler ve Abbasiler Dönemi’nde şekillenen hukuku miras olarak almışlardır ama bunun üzerine ilaveler yapmışlardır, şeklen ya da madden birtakım değişikler söz konusu olmuştur. İslam hukuku siyasi yapıya göre değişmiş değildir. Siyasi yapıdan bağımsızdır” diye konuştu.
ZAMAN İÇİNDE ZENGİNLEŞTİ
İslam hukukunun sivil ilmi otoritenin faaliyetleriyle ortaya çıktığını ifade eden Aydın, şunları kaydetti:
“İslam hukuku, monarşi hukuku değildir. Hz. Ömer, ilmi kişiliği ile katkıda bulunmuştur. İslam hukukunun zaman içinde zenginleşmesinde üç ilim merkezi dikkat çekmektedir. İlk olarak Hicaz bölgesini sayabiliriz. Hicaz bölgesi, İslam hukukun çok önemli ilim merkezinden biri olmuştur. İkinci önemli merkez, aynı dönemde Irak ve Kûfe diyebiliriz. Burası da özellikle Hanefi hukukunun üretim merkezi olarak dikkat çekmektedir. Bir diğeri Arapların Mâverâünnehir dedikleri bizim ise Türkistan dediğimiz klasik Türk yurdu Seyhun ile Ceyhun nehirleri arasındaki bölge. Bu bölgede tarih boyunca birçok devlet kurulmuştur. Mesela Karahanlılar burada yaşamışlardır, Büyük Selçuklu Devleti burada hüküm sürmüştür. Bu devletlerin hepsi bu bölgede kurulmuştur. İslam hukukunun 11. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar olan dönemi son derece zengin bir dönem olmuştur. Örneğin Dâvûd-i Kayserî, İslam coğrafyasını bir bütün olarak ele almıştır. Maveraünnehir’in özelliği şu ki bu coğrafyada üretilen İslam külliyatı, Hanefi hukukunun bütününe etki etmiştir. Biz bu coğrafyada üretilen bazı eserlerin sonradan dikkate alınmaya başladığını görüyoruz.”
ÖZÜ İTİBARİYLE AYNIDIR
Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aslında ortaya konan kitaplar fıkıh literatüründe anlatım şekli farklı olmakla birlikte misaller farklı olmakla birlikte özü itibariyle aynıdır. Çok farklı ama aynı istikamette kitaplar üretilmiştir. Bu şuna benzer: Yargıtay’da hâkimlik yapan hâkimlerimdin bir kısmı kanun şerhleri hazırlarlar. Senelerdir uygulaya uygulaya yeni uygulayıcıların daha kolay anlamaları ve inceliklerine vakıf olmaları için şerhler çıkarılır ama özü hiç değişmez. Çünkü aynı kanunu şerh ediyorlar. Fıkıh kitaplarının üretimi de bu şekildedir. Hanefi usulünde yazılmış kitaplar özü itibariyle değişmez. Zaten başka türlüsü demek Hanefi ekolünde tamamen farklı bir içtihatın konması demektir ki bu kabul görmez. Diğer ekoller de durum böyledir. Ana ilkeler, kurallar belli sosyal şartlar ışığında üretilmiştir. 1800’lü yıllardan itibaren hem dünyadaki hem İslam dünyasındaki sosyal şartlar çok değişmiştir. Dolayısıyla bu sosyal şartlara yönelik olarak ama İslam hukukunun ana bakışı ve felsefesi değişmeksizin uygulamaya getirdiği ayrıntılı hükümlerde bugün birtakım önemli değişiklikler olabilir. Bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Hukuk başladığı gibi üretildiği gibi devam etmez. Sosyal şartlara toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek durumundadır. Bu yüzden yeni yazılan kitaplarda birtakım yeni görüşler ister istemez vardır.”